SANAT VE TOPLUM



     Toplumsal ve kültürel bir üretim olarak sanat, toplumsal bilgi için bir kaynak niteliği taşır. Çünkü sanat, çıkageldiği toplumun yapısıyla doğrudan bir bağlantı içindedir. Bütün toplumsal düzenlerin birbirlerinden etkilenmesi gibi, sanat da diğer tüm toplumsal düzenlerden etkilenerek var olur. Bu etkileşimin niteliğini hem sanat eserinin kendisinden, hem kültürel pazarın kendisinden hareketle anlamaya çalışmak sosyolojik bilgi için bir olanaktır. Sosyolojinin bu olanağı kullanma zorunluluğu, toplumsal bir alt disiplinin, yani sanat sosyolojisinin oluşmasına neden olur. 

         İnsan nedir sorusuna, insan öncelikle bireydir diye cevap verebiliriz. Ancak bireyin kökeninin toplum olduğunu unutmamak gerekir. Aristoteles: ‘İnsan toplumsal bir canlıdır’ der. Sanat fenomenine katılan ve oluşmasına destekte bulunan insan, toplumsal bir varlık olarak kabul edildiğine göre insanın ürettiği sanat yapıtıda toplumsal bir ürün olacaktır. Sanat insan emeğinin bir ürünüdür yahut herhangi bir ürün olarak kabul edilemez. Sanat yapıtı üretimlerini diğer insan üretimlerinden ayıran özellik ise sanat sürecinde ilk olarak düşüncenin yer almasıdır. Bu nedenle bir sanat ürünü yaratan emekte, insan düşüncesi mevcuttur. Sanat salt insanı anlatmaz, doğayı ve toplumu da anlatır. İnsan mutlaka bir toplum içinde yer alır. Bu onun o topluma özgü düşünce ve üretimlerine ön ayak olmakla birlikte, yaşadığı toplumu tarihini, kültürünü kendisiyle birlikte sanat yapıtına da katar. Her estetiksel sanat yaratmasında iki önemli faktör bulunmaktadır. Bunlardan ilki bireyin arzuları, tutkuları ve özlemleri diğeri ise toplumun istekleridir. Ancak toplumun bilinç düzeyinin büyük bir rol oynadığını unutmamak gerekir. Sıradan bir toplum sanat yapıtı hakkında bilinçli bir yargıda bulunamaz. Her dönemin ve toplumun kendine göre gereksinimleri vardır. Bunlar doğrultusunda döneme ve topluma hitap eden yapıtlar ortaya çıkar. 


Michelangelo- Heaven and Hell

         Sanatsal gelişim, toplumsal gelişmeye ve yapısına doğrudan bağlantılıdır. Primitif insanda toplumsal bölünmeler yoktu yahut toplum farklı kesimlere ayrılmıştı. Kölecilik, feodalizm ve kapitalizm çağlarında toplumun yapısı belirlenmişti. Toplumdaki bu tür değişimler daima sanatsal kültürü de etkilemiştir. Toplumsal gelişme sürecinde sanat topluma, toplumsa sanata rehber olmuştur. Sanatçı her zaman topluma ayak uydurmayabilir. Bu nokta da sanat yapıtları toplumla paralellik göstermez. Sanat kültürünün oluşma sürecinde primitif toplumlarda kabileye mensup her üyenin payı vardır. Bu primitif sanat, halk yaratımı olarak kabul edilir. Halk maddi olduğu kadar manevi değerlerin de yaratıcısıdır. Gelişmiş toplumlarda sanatçıların çoğunluğu egemen sınıflara bağımlıdır. Bu sebeple yarattığı eserlerde egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etme durumunda kalmışlardır. Değişen toplum düzeni ile birlikte birçok sanatçı değişen kültür ve inançların etkisi ile duruma ayak uydurur ve benimser ya da başkadırı da bulunarak bir sanat yapıtı ortaya koymuştur. Sanat, toplum ve devlet arasındaki ilişki ele alan ilk kişi Platon olmuştur. Platon’ göre, salt bir idea olarak düşünülebilecek bir akıl devletiyle sağlanabilir. Devletin düzenleyicisi akıldır. Sanatın yaratıcısı ise duygu ve heyecanlarımızdır. Akıl ile duygu arasında görülen çatışma sanat ve devlet arasında da görülür. Aklın olduğu yerde düzen, duygunun olduğu yerde karmaşa vardır. Sanat yapısı gereği benzetmeci ve takliti olması sebebi ile insanı gerçekten uzaklaştırır, onların erdemlerini bozar ve toplumda bozulmalar başlar, devlet düzeni sarsılır. Bu görüşle Platon’nun sanat karşı olduğu görüşü çıkabilir. Ancak Platon için gerçek sanat, devlet ve toplumun yararına olan sanat yani toplumsal sanattır. Duyguları harekete geçiren sanat ise toplumu gevşetici ve zayıflatıcı olduğu için zararlıdır. 


                

      Sanat insan ve topluma hizmet ederken bir farkındalık kazanarak, toplumlar arasındaki farklılığı sanat için olmaması için ortak bir sanat dili kullanarak, insanları tek bir toplum gibi ortak amaca yöneltmek istemiştir. Bu istek sonucunda ortak amacın ne olduğunu açıklamaya çalışırken, kendi dünyasında yaşayan sanatın hiçbir işlevi olmadığı lüzumsuz bir şey olduğu görüşüyle karşılaşırız. Bu görüşü benimseyenler sanatı bilimle kıyaslar sonrasında ise bilimi sanattan, bilim insanlarını sanatçıdan üstün tutan bir toplum anlayışı oluşur. Bunun sebebi, bilim insanlara fayda sağlar. Sanat ise Schiller ve Spencer’den bu yana oyun ve lüks olarak açıklanmaya çalışılır. Yine de bu düşüncelerin çok yerinde olduğunu düşünemeyiz. Fayda ile sanat bağımsız olduğu bir gerçektir, ne zaman ki sanat fayda ile bir olursa sanat olmaktan çıkar. Sanat ve toplum yaşamındaki yerini belirlemek gerekir. Sanatın öncelikle kurtarıcı bir işlevi vardır. Sanatçının kişiliğinde ve yaşamında bunu açıkça görebiliriz. Sanatçı çoğu zaman güncel yaşamında bulamadığı neşeyi yapıtlarında yaratarak yaşama bağlanır. 

          Aynı kurtarıcı etkiyi toplum içerisinde de görürüz. Sanat yapıtlarındaki huzur ve mutluluğu yahut hüzün ve anlayışı toplumdaki insanlar benimseyerek bir bağ kurar. İnsan çıkmaza girdiği bir çok zamanda sanat yapıtlarına sığınmaktan çekinmez. Bir Alman ruh bilimcinin dediği gibi: ‘’ Estetik hal bir bayram günündeki ruh halidir’’. Duygusal zorluk içindeki bir insanın okuyacağı bir şiir ya da dinleyeceği bir müzik, zorluğun üstesinden gelmesine yardımcı olabilir. Sanatın bireyler üzerindeki olumlu etkisinin yanı sıra, toplumun sosyal yaşamı üzerinde de yapıcı bir etkisi vardır. Sanat insanları, toplumları birbirine bağlar ve ortak bir dil oluşturmayı kendine görev bilir. Sanatla büyüyen bir insan, bulunduğu toplumun sınıf atlamasına ve evrenselleşmesine yardımcı olacaktır. Sanat etkinlikleri sayesinde zevkleri, düşünceleri kadar açık ve sağlam duyarlı insanlar yetişecektir. Her geçen gün s
anatla büyüyen bir toplumun parçası olmamız dileğiyle…





Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.