Sanat kelimesi anlam bakımından alışılmış üç kullanım alanına sahiptir. Ve bu üç alan birbiri ile reel bir ilişki içersinde olmaktadır. Bu kullanım alanlarının ilki bir kişi tarafından güzeli bulma gayesi ile oluşan nesneler yahut ürünlerdir. İkincisi düşünce yapısı olarak güzelliğin farkında olma durumudur. Üçüncü durum ise kişilerin beşeri olarak planlı bir şekilde ortaya ürün ya da nesne çıkarmaları durumudur. Sanatın yüce gayesi ise güzeli bulma arayışıdır. Güzel sanat, güzelliğin kavranması olarak kabul edilebilir. Güzellik farkındalığı durumu sürekli gelişen bir şeydir. Sanatsal faaliyette ilk düşünce, eylem ile son düşünce ve eylem arasında sağlam bir süreç bulunur. Sanat felsefesi bu süreci ele alarak sanatın ne olduğunu keşfetme çabasını gösterir. Sanatçı olma süreci ise bir tecrübe birikimidir. İzleme veya okumayla değil uygulamayla kazanılır. Bununla birlikte tecrübe kazanımı sırasında düşünsel faaliyet devreye girer. Sanat gibi etkinlikler derinlemesine düşünme suretiyle çoğu zaman kendi önünü de kesebilmektedir. Bu durum kendi içinde gelişimi daima destekler. Kişi sanat sürecinde ilgi duyduğuna yönelir ve o yönde bulgular bulur. Bulgular sonucu bir takım kuramsal bilgilere ulaşır daha sonrasında ise bu bilgileri uygulayarak kendine has özel bir nesne, ürün oluşturur. Bu sanatın kuramsal olduğu gerçeğidir.
Sanat daima uygulama sonucu ortaya çıkmakla birlikte, sanat faydacı veya ahlaki bir etkinlik değildir. Sanatçının hazzı kesinlikle estetik bir hazdır, temelinde ise sanatın duygusal oluşu yatar. Sanatta daima kişi hayal etmekle başlar şöyle ki özne, nesne ilişkisinden önce düşünen ve düşünülen şey vardır. Sanatın öncelikle düşünceden olduğu gerçeği, sanatın olmayabileceği inancını çıkarır. Bu inancı yıkmak ise oldukça basit bir şekilde olacaktır keza gerçek, reel dünyada varlığı kadar gerçektir. Sanatın ilk zamanından bu yana bilinen önümüze gelen tüm ilkel nesne ve ürünler tahayyül etme sonucu oluşmuş gerçekliklerdir. Sanat bilincin temel etkiliğidir diyebiliriz. Sanat aynı zamanda aristokratik ve akla uygun bir etkinlik olarakta kabul edilirdi. Diğer taraftan sanatın primitifliği bakımından primitif model olan henüz öğrenen kişi modeli, çocuklar daimi olarak yüksek düzeyde sanatsallık gösterirler. Sanat zihnin salt ürünüdür, bu durumda sanat kendinden önceki başka hiç bir etkinliğe dayanmamaktadır.
Estetikçilik sanatın temel etkinliğidir. Sanatçı her zaman diğer kişilere göre daha sade, ilkel ve gelişime açık bir ruha sahiptir. Sanatçı olmak için çocuklar gibi bilmemek gerekir uygar ve yetişkin kişiler bu nedenle ilk zamanlar çok zorlanırlar çünkü ilk olarak bildikleri ezberlerden kurtulmaları gerekir. Bunun için ise hayal etme süreci gerekir. Tahayyül etmeyle ise kendine özgün sanat eserleri ortaya çıkar, aynı zamanda kendi içinde bir dünyaya kapı olur. Bazı durumlarda sanat estetik kaygı olmadan dini ve tarihi bakış açısıyla ortaya atılır bu ise eserlerde benzerlik ve çokluğa sebep olur. Hayal etmekle ortaya çıkan yaratıcı etkinlik dediğimiz bir durum vardır, bu kuramsal, pratik ve duygusal unsurların bir arada olduğu durumlardır. Sanatta daha az karşılaştığımız güzellik terimi ise estetik özün taleplerini karşılayan bir nesnenin niteliğine verilen isim olarak bilinir. Güzellik her noktada olduğu gibi sanatta da oldukça görecelidir. Bazı eserler vardır ki güzel olmamakla birlikte görkemli yahut duygu yüklüdür, bu durumda güzel olan şeyler estetik veya konu yüklü olmayabilir.
Sanatta güzelliğin farklı bir kefeye konduğunu söyleyebiliriz. Güzel ise yüce ve komik olmak üzere iki ayrı kutba ayrılır. Bir sanat eseri çok görkemli ve güçlü bir şeyi imgelerken kullanılır lakin her güçlü büyük şeyde yüce olarak tanımlanmaz, bir fil yada bir tren yüce değildir boyutu ve oluşu gereği yüce tanımını haketmezler. Bir şeyi yüce kılan şey daha çok ahlaki ve duygusal bir şeydir, bu yalnızca eseri izleyenin üzerinde bir güç sahibi olarak yüce olur. Ve yücelik kişi de karşı koyulası bir etki bırakan bir güzelliktir. Zihnin estetikten daha çok korku, kaygı duyguları güzelliğin yüce durumudur. Aynı zamanda yücelik, güzelliğin estetik deneyim patlaması olarak anlatılmasıdır. Bir diğer güzel deneyimi ise komiktir. Komik deneyimi, yüce deneyiminden eserde öncesine göre daha yüce olmayan bir şekilde duygu aktarımı sonucu oluşan ve daha gülünç durumla karşılamaktır. Bu gülünç durum küçük görmenin bir işareti olarakta kabul edilir. Gülme kuramı sanat felsefesine ait olmaklar beraber gülme estetik bir tatmindir ve kişinin doğasında vardır. Çoğu zaman gülünç yahut komik olan çirkin olarak kabul edilir. Komik olan estetik duyarlılığı zedelemez. Komik yüceliğe bir başkaldırış olarak kabul edilebilir. Komik deneyiminin kabulu için bir başarısızlık, gerginliğin azalması yahut yüce olanın yüceliğini kaybetmesiyle olur.
Gelgelelim salt güzele, yüce ve komik olan durumlar her ne kadar güzelin parçasıda olsa kendi başlarına bir bütündür ve bütünlüğünü koruma gayreti gösterirler. Tecrübe dediğimiz kavram ise bu iki ayrı kutbun arasında yatarak salt güzeli barındırır. Doğal güzellik ve sanatsal güzellik ayrımı vardır. İki durumda da hayal gücü daima devrededir. Sanatsal güzellikte tahayyül etme olayı tabiki daha fazladır. Sanatçının sürekli yaptığı iki şey vardır, tahayyül etmek ve tahayyül ettiğini bilmek. Tahayyül etme eylemi sırasında ilham dediğimiz bir görüntü, fikir yahut bilinç görünür. Estetik ilham duygusunun bir anlamda da Tanrı’nın bir parçası olduğu düşünülür, bu nedenle ilham duygusu estetik olmaktan daha çok ilahi yahut dini bir duygudur. İnsanalara ilham verdiğine inanılan ve insanın hayal kurduğuna farkındalık kazanmasını sağlayan bir doğa faktörü vardır. Sanatçı doğayı izler örnekler ve tahayyül eder. Doğa kavramı hangi bağlamda kullanılırsa kullansın daima ortaya bir sınırlama koyar ve negatif bir anlam taşır. Sanatçı doğayı her ne kadar izlerse izlesin, hayal edip düşünmediği sürece ortaya çıkardığı eserde bir duygu olmaz yahut eksik olur. Doğanın negatif kavram olduğu için kendisini dengelemek adına pozitif bir şeyi kendisine gerekli kılar. Bu açık bir şekilde estetik gerekliliktir.
Doğal güzellikte haz, yaratıcılığının farkında olmadığı bir imgelemdir. Tanrı’nın sanatı olarak adlandırılan doğa bariz şekilde gerçek bir deneyimi tarif eder. İnsan kendi farkındalığına varmadığı sürece doğadaki farklı estetiklerin farkına varmaz. Doğal güzelliğin primitif basamağı saf doğanın güzelliğidir, saf doğa insanlığın karşıtı olarak tanımlanır. Uygar olmayan ırklarda görüldüğü üzere saf doğaya bir tapınma söz konusudur. Ve ilk çağdan bu yan doğaya karşı bir kişileştirme yahut yüceleştirme mevcuttur. Doğa vahşidir başına buyruktur, insan doğayı nesneleştirmeye başladığından bu yana doğanın vahşiliğinden gelen güzellik kaybolmuştur. Bir yandan insanın doğa üzerinde gücünün artması insanlığın uygarlaşması demek olmuştur. Uygarlaşan insan doğayı yüceleştirmeyi bırakıp, onu dönüştürmeye nesneleştirmeye başlamıştır. İnsan daha da uygarlaştıkça, saf doğa onu tatmin etmemeye başlar ve doğayı daha da değiştirir, eklemeler yapar. Bu eklemeler doğanın daha da güzel olması için ve insanlığın hayrına olması yönünden olmuştur. İnsan doğayı eklediği nesneleri yahut yapıları ele alırsak, bu yapılar içerinde doğadan bir çok parçayı bulundurarak doğaya kendinden katarak oluşturuyor. İnsanoğlu zamanla anlar ki doğanın sahibi yine doğadır. Doğanın kendine has güzelliği her noktada görülür kent hayatı yahut kırsal hayatta, doğal nesneler ve insan hayatı bütünlük sağlar. Sanayileşmeden sonra doğadaki durumlar değişmiştir ve çevrede derinlemesine kök salmıştır, bu doğa için iyi değilidir. Bir başka husus ise insanların doğanın daha güzel olan yerleri için tatil yahut başka türlü ziyaretleriyle o güzelliklerin yok olmasına sebep olmuştur.
Doğa iyi bir misafirperverdir lakin insan iyi bir misafir değildir. Sanatçı bu örneklemedekinin aksine güzeli bozmaz ondan feyz alarak ortaya eser çıkartır. Doğa ile insan arasına daima bir tezatlık vardır ama bu tezatlığın kendine ait bir estetiği de vardır. Doğal güzelliğin bir başka türü vardır o da yapaylıktır. Yapaylık, demir yolları buharlı gemiler gibi insan ürünleridir ve doğaya karşı bir olumsuzlamadır. Estetik kaygıdan daha çok işlevsel kaygı barındırır. Gelgelelim sanatın doğuşuna sanatın doğuşu sürecinde doğanın ilham kaynağı olduğu aşikar. İnsanların üretim eylemleri güzel olana güzellik katma gayesi ile başlamış ve halen üzerine koyarak devam etmektedir. Bu ilkel bir sekilde başlamış uygar bir şekilde devam etmektedir. Sanat endüstriyel alanda da bulunmaktadır. Endüstriyel ürün işlevselliğin yanı sıra estetik bir kaygı içerisinde tasarlanır, sanatın doğuşunun bir parçası burada yatar. Ve bu bilinç dışı sanat olarak kabul edilir çünkü buradaki estetik kaygı farkında olmadan ortaya çıkmıştır. Bir sonraki evre olan bilinçli sanatta ise estetik bilincin kendisiyle ortak çalışılır, bu şekilde farkındalığı yüksek endüstriyel tasarımlar ve sanat eserleri çıkar.
Sanat eseri bir süreç olarak toyluk aşamasından geçer. Sanatın doğuşu bir çocuğun her türlü duygusunu, kalemle kağıda anlamsız şeyler karalamasıyla gerçekleşir. Karalama en primitif biçimiyle bir sanat eseridir, tıpkı ıslık çalmak yahut bir borazandan ses çıkarmak, alkış sesi gibi ritimler görülebilecek diğer edimlerden biridir. Buradan çıkarılacak husus asgari hazdır. Yani güzel olan kişinin kendinin ortaya koyduğu bir şeydir, estetik haz ise kişinin kendi yaratıcılığının yalın anlamıdır. Kişi uygarlaştıkça yada öğrendikçe teknik geliştirir, teknik öz-disiplin ihtiyacının primitif sanatla gerçekleştirilmesine bağlıdır. Bilinci yüksek bir şekilde tekniğe yönelip öğrenmeye çalışmak öğrenci olmak demektir. Ve altında tamamen kontrollü eksiksiz hareketler yatar, düzgün çizgi ya da doğru notayı çıkarmak gibi. Teknik eğitimi aştıktan sonraki süreç biçimsel sanat olarak önümüze çıkar. Biçimsel sanat yetenekli bir şekilde karalama, yani bir şablondur. Bu biçisel şablonlar pişmiş sanatın en basit evresidir. Biçim maddeyle ilgilidir dolaylı yoldan doğanın kendisiyle ilgilidir. Biçimsel sanatta malzeme gerekliliği mevcuttur, yani belirli bir biçimin belirli bir madde üzerine uygulanmasıdır. Maddenin ve biçimin özünün sonu gelmez. Her sanatçı kendi malzemesine ve tekniğine bağlıdır, aynı zamanda sanatçının bağlı olduğu bir ekolün tarzı vardır. Bu onu salt birer kalıbın dışına çıkaran ve eserler koyan bir sanatçı yapar. Sanatçı doğaya yaraşır sanata da imza atar. Bu doğayı yeni baştan yapmak değilde, doğayı betimleme çabasıdır. Doğaya uygun sanat başka bir öneri kaynağı ortaya koyar; yani, doğal nesneyi. Bu nedenle, doğaya uygun sanat doğalgüzellikle döllenmiş biçimsel sanattır. Doğaya uygun sanat, biçimsel sanatın değiştirilmiş bir halidir; fakat bu değişiklik yalnızca gelişimin üst seviyelerinde gerçekleşmez. Aynı zamanda doğayı taklitle girişimi sağlar. Bir sonraki girişim yaratıcı sanat olacaktır. Bu noktada sanata ilişkin doğaya uygunluk düşüncesi kendi kendisini çürütür ve doğacılığın hiç hesap vermediği bir ilkeye bağlı olduğu, diğer bir deyişle imgelemin o safapiori edimiyle doğanın idealleştirildiği keşfedilir. Ve bu sanatın son safhası olacaktır. Bu noktada yahut sonrasında biçimsel sanat, doğa sanatı ve yaratıcı sanat arasında gelgitler olur ve ortaya bir eser çıkar. Anlaşılan o ki sanat kendi kendinin etrafında kişinin elinden tutarak döner, sanat kendi kendisinin efendisidir ve bir sonraki sanatın yükselişine imkan tanır. Yeniliğe daima açıktır.
Sanatsal süreç ve sanatçının süreci uzun meşakkatli bir yol olmakla beraber, primitif modelden uygar modele kadar süre gelen bir gelişime ve yeniliğe daima açık olmuş. Karalamayla başlayan serüven kontrollü karalamayla sona gelme gayretini gösterir ve tabi bu gayrette doğadan feyz alma ve yine doğadan biçimi aktarmak adına maddeyi almakla bir birliktelik halindedir. İnsan çizgilerden oluşan dünyayı kendi hayal dünyasında tahayyül ederek sanatsal serüvenine başlar ve dahiöğrenerek tahayyülünün üzerine bilgi koyar. Bu bilgiler bilinçli sanatsal hareketlerle tecrübe edilerek tekniğe yahut şablona dönüşür. Bu tekniksel süreç sanatın ortalarındaki süreç olmakla beraber aslında sanatın ana dayanağıdır. En sonda yaratıcılık denilen aşamaya geçilir, bana göre teknikten daha önce gelmesi gerekir. Sanatçı bir fikir olarak bir sanat yaratıcısı olarak var olur tekniğinin ne kadar iyi olduğunun önemi azdır. Çünkü eserde konusu yahut fikri iyiyse eserin tekniğinde doğruluk önemsizdir. Çizilen çizgide düzlükten, doğruluktan daha çok verdiği duygu önemlidir. Sanatçı çizgileriyle ve boyalarıyla tekniğe bağlı kalmadan içinden geldiği gibi yaratıcı bir şekilde anlatabilmeli. Bu sanatçıyı daha özgür kılmakla beraber sanatını da özgür bırakır. Özgür sanat gelişime daha açıktır, sınırlarını özgürlüğü belirler. Sanatta ortaya bir eser çıkarırken çok uzaklara bakmamak gerekir. Doğa yahut insanın kendisi bile sanatın başlıca örnekleridir, sanatçısı ise bir yaratıcıdır. Yaratıcıyı taklit ederek bu serüvenine başlayabilir. Sanatçının en büyük öğretmeni belki de yaratıcıdır.
Yorum Yaz